Filmler

idot

3 Aptalİngilizce adıyla 3 Idiots 2009 yapımı bir Bollywood filmidir.

Film Hindistan’ın en iyi mühendislik okulundaki 3 arkadaşın dostluklarını ve hayatını anlatırken eğitim sistemini de eleştirmektedir. Hindistanda tüm zamanların en yüksek gişe rekoru ve hasılat yapan filmidir. Ayrıca yine bir Aamir Khan filmi olan Ghajini tarafından elde edilen en yüksek gişe rekoru bu film ile geçilmiştir. Ayrıca yine 3 Idiots yurtdışı pazarında da en yüksek hasılat yapan bollywood filmidir.[kaynak belirtilmeli] Filmin başrol oyuncuları: Aamir KhanKareena KapoorSharman JoshiBoman Irani ve Madhavan‘dır

“YERDEKİ YILDIZLAR” (Taare Zameen Par)

Sosyal bir varlık olan insan yaşadığı, büyüdüğü ve tercih ettiği çevrenin de etkisiyle bir kimlik kazanır ve kendine bir yol çizer. Bu doğrultuda hayatına devam eder. Birey kendine has karakterini öncelikle ailesinden sonrasında ise çevresel unsurların etkisi altında şekillendirmeye başlar. Temiz bir fıtrat üzere doğan çocuğun hayatı boyunca etkisi altında kaldığı olaylar, kişiler peşi sıra devam eder. Bu çevresel/dış unsurlardan biri de devlet okullarının verdiği eğitimdir.

Devlet okulları ve diğer eğitim kurumları, rekabete dayalı, ezbere dayanan bir müfredatla çocuklarımızı, zihinlerinde hayat boyu taşıyacakları izlerle yaşamaya mecbur bırakmaktadırlar. Eğiticilerin kabalığı ve çocuklar üzerinde iddia ettikleri sonsuz tasarruf hakkı, eğitimin kalitesi veya ne/nasıl olduğu sorgulamasına zaman bırakmayacak derecede rahatsız edici boyutlarda. Ailesine ait olan çocuğun devlet okullarında maruz kaldığı muamele, çoğu aile açısından “eğitim gereği” olarak görülse de günümüz ortalama düşünebilen/akledebilen insanlar tablosuna uzaktan bakıldığında durumun hiç de öyle olmadığı görülmelidir.

Okuma ve yazmayı geç kavrayabilen bir çocuk görüldüğünde “tembel” diye adlandırılır. Tersine öğretmenlerin “tembel” veya “çalışkan” diye adlandırıldığı görülmez. Devlet okullarındaki çocuklar “tembel”, “çalışkan” veya “başarılı”, “başarısız” diye kategorilere ayrılarak ileriki yaşamlarında aşılması neredeyse imkânsız engellerle yüz yüze gelebilmekteler. Çocuğun özel yetenekleri veya olaylara kendisine ait özgün bakış açısıyla bakabiliyor olması günümüz eğitimcileri açısından hiç de önemli bir meziyet değil. Çocuktan beklenen de bu değil zaten. Bilakis kendi kitaplarında yazdıkları hususların, bakış açısının ezberlenmesidir.

Ailenin, çocuğun eğitimine (resmi eğitim) verdiği abartılı önem, çocuğun gelişme çağında öncelenmesi gereken birçok hususun atlanmasına sebep olabiliyor. Çocuğun velilerinin de o eğitimden geçtiği düşünüldüğünde bu vahim tablo daha net görülüyor.  Ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla başlayan bu eğitim taarruzu, devletlerin bu çocuklara çok düşkün olmasından değil, ancak kendi gibi düşünen, itiraz etmeyen, akledemeyen insanlar yetiştirmek ve kendi varlıklarını sonsuza(!) dek korumak istemeleriyle açıklanabilir.

Asker gibi tıraş edilen, asker gibi sıraya sokulan, türlü ulusal marşlar ezberletilen bir çocuk egemen olan gücün düşünce perspektifiyle yoğrularak adeta bir robot olarak serbest bırakılmakta ve egemen unsurların yegâne savunucusu haline gelebilmektedir.

taare-zameen-par-yerdeki-yildizlar_aamir-khan1.jpg“Yerdeki Yıldızlar”, bu sorunların birçoğunun zekice işlendiği bir film. Aamir Khan‘ın yönettiği ve oynadığı bu filmde kocaman dişleriyle başrolde oynayan Ishaan Awasthi, disleksi sorunu olan bir çocuktur. Disleksi, harflerin ve kelimelerin karıştırılması ve tersten algılanması şeklinde tarif edildiği gibi, göz ile ilgili olduğunu belirten kaynaklar da var. Kimilerine göre ise beynin belli bir seviyede verilecek eğitime hazır olmaması durumu olarak da tarif edilebiliyor. İlkokula başlayan disleksili çocuklarda eğitim alabilecek zihinsel gelişim henüz tamamlanmadığı için okuyamazlar, yazamazlar ve matematiksel işlemleri kavramada zorluk çekerler. Ancak bu onların zekâ düzeylerinde bir sorun olduğunu göstermez.

Harfleri ve kelimeleri kavramakta zorluk çeken, 3. sınıfta dahi okuma ve yazmayı hala bilmeyen zeki bir çocuktur Ishaan. Evet, okuma-yazma bilmeyen zeki bir çocuk. Öğretmenleri kendi metotlarıyla Ishaan’a verdikleri eğitimden kısa sürede bir sonuç alamayınca onu dışlar ve çocuğun beceriksiz, tembel ve haylaz bir çocuk olduğu kanısına vararak ondan bir an önce kurtulmak isterler.

Varlıklı bir ailenin çocuğu olan Ishaan’ın daha eğitimin ilk yıllarında yaşadığı bu sorunlarını gördüğümüzde, “Yoksul bir ailenin çocuğu acaba nasıl bir eğitim sürecinden geçiyor?” sorusu ister istemez akıllara geliyor. Bu filmden yola çıkarak Hindistan’daki eğitim sisteminin Türkiye’deki eğitim sisteminden pek farklı olmadığı söylenebilir. Film elbette kurgularla şekillenir. Fakat sinema filmlerinin ve daha farklı sanat eserlerinin gerçek hayattan ilham alarak üretildiği düşünüldüğünde ve Aamir Khan‘ın kendi eleştirel bakış açısıyla, olmayan bir soruna vurgu yapıyor olması düşünülemez elbette. Dumanın olduğu yerde mutlaka bir ateş de yanmış veya yanıyordur.

Ishaan’ın abisi derslerinde çok başarılı ve ailesi tarafından baş üstünde tutulan bir çocuktur. Film boyunca babasının Ishaan’ı sürekli azarladığı görülürken abisi ile en ufak bir sürtüşmenin olmadığı görülüyor. Babası Ishaan’a sürekli abisini göstererek onun gibi olması gerektiği yönünde telkinlerde bulunur. Bu telkin genelde yüksek seslerle karşımıza çıkar.

Burada babanın belli başlı endişeleri anlaşılabilir. Herkes, çocuğunun başarılı olmasını ve ileride kendi hayatını kendi başına kazanabilmesi yönünde istekler barındırır. Lakin bu başarının neye ve kime göre olduğu gözlerden kaçmamalı. Örneğin size göre bir şiir nehirlerden veya gökyüzünden bahsediyordur. Fakat bir başkasından bu şiirden aynı anlamı çıkarması beklenmemeli. Şaire veya okuyucuya göre nehir veya gökyüzü onun anlam dünyasında başka imgelere tekabül ediyor olabilir. Eğer ezbere dayandırılacaksa, örneğin herhangi biri anayasayı ezberleyerek avukat veya savcı da olabilir.

Disleksi sorunu olan Ishaan, aynı zamanda sosyal bozukluğu da olan bir çocuktur. Çok utangaç, öğretmeniyle konuşamayan, övüldüğünde çok utanan, kalabalık ortamlarda nasıl davranacağını bilemeyen ve kalabalık ortamları pek tercih etmeyen saf bir yapıya sahiptir. Günümüzde öyle insanlarla karşılaştığımızda, hor görüp ucubeymiş gibi bakabiliriz. Bu sorun gençlerin bir kısmında olmakla birlikte ilerleyen yaşlarda da kendini koruyabilen bir özgüven yitmesi olarak da tanımlanabilir. Bu özgüven yitmesinin sebepleri irdelenmeyi hak ediyor. Çünkü aramızda dolaşan bu insanların değerli fikirleri, farklı bakışları ve yetenekleri olduğu kesin. Bu yeteneklerinin gelişmesi sosyal yaşamda pasif olmasından kaynaklanıyor da olabilir. İçe dönük bir tarzla hayatına devam etmek zorunda kalan bu çocuklar, düşündüklerini, hissettiklerini farklı yöntemlerle dışa vuruyor da olabilir. Bu resim, müzik, icat, mühendislik becerileri veya farklı şekillerde de kendini gösteriyor olabilir.

Allah insanları akleden ve akletmeyen insanlar şeklinde tanımlar. Buradan akletmeyen insanın aklının olmadığı sonucu çıkmaz elbette. Herkeste akıl olduğu fakat herkesin bu aklı ne ile nasıl meşgul ettiği gözlerden kaçırılmamalı. İdeolojik duruşları bir yana, tarihte birçok bilimsel veya ilmi konularda takdir edilmiş, insanlığın faydası için başarılı çalışmalar yürüten şahısların hayat hikâyelerinin başlangıcında yukarıda anlattığım sorunları yaşadıklarını görebiliriz. Kimisi “tembel” diye adlandırılmış kimisi de “sosyal bozukluğu” olan, kimisi de resmi eğitimlerden geçmemiş kimselerdir. Kimisi de disleksili çocuklardır. Bu da devlet okullarında dağıtılan karneleri mutlak bir başarı kriteri olarak görmememiz gerektiğini ispatlar nitelikte. Günlük yaşamımızda kimi zaman TV’de, kimi zaman gazete köşe yazılarında, bu okullardan mezun olan, yaşını almış, abartılı ön isimlere sahip profesörlerin, bilmem ne uzmanlarının, bırakın fındıkkabuğunu, üzüm çekirdeğini bile doldurmayacak sözler sarf edebildiklerine şahit olabiliyoruz.

taare-zameen-par-yerdeki-yildizlar_aamir-khan2.jpg

Özgüven yitmesi ve sosyal bozukluğu olan utangaç biriyle diyalog kuran ikinci şahsın tavrının, tarzının, bu kişinin hayatında önemli bir rol oynadığı unutulmamalı. Kendisini rencide ederek, ona söz hakkı vermeyerek, sürekli onu atlayarak kendi içerisinde kaybolmasına ve yaşadığı sorunların birkaç kat artmasına sebebiyet verilebilir. Eğiticinin bu hususları gözeterek öğrenciye yaklaşması çok ama çok ender görülmekle birlikte, başarılı olarak görülen öğrenciye gösterilen abartılı taltif, eğiticinin tutarsızlığının ve temkinsizliğinin görülmesi için yeter de artar bile.

Filmde olumlu bulunabilecek vurgular olmakla birlikte, insanı çileden çıkaran diyalog biçimine de şahit oluyoruz. Filmin orijinal dili Hintçe. Fakat İngilizceye biraz vakıf iseniz, konuşmaların yarısına yakınının İngilizce olduğunu göreceksiniz. Hindistan’ın bir İngiliz sömürgesinden geçtiğini düşündüğümüzde, bu durum daha net anlaşılabiliyor. Aamir Khan’ın diğer filmlerinde de benzer diyaloglar ve buna benzer rahatsız edici imgelerle karşılaşmak mümkün. Filmlerinde alabildiğine Amerikan ve Batılı yaşam tarzına öykünen bir Hint yaklaşımıyla karşı karşıya kalıyoruz. Zaten Hindistan film sektörünün “Bolywood” ismiyle anılması da kendilerini biraz da olsa ele veriyor.

Filmin müzikleri oldukça başarılı. Eğer Hint filmleriyle pek aranız yoksa bile müziklerini bir kez de olsa dinlemek bir şey kaybettirmez. Alkışı hak eden unsurlardan biri de filmin müzikleri olsa gerek. Bildiğimiz Hint müziğinin hem dışında hem içinde bir renkle sizi en çok etkileyen unsur oluyor filmin müziği.

Filme eklenen animasyon ve hareketli grafikler çocuğun zihin dünyasındaki o benzersiz aktiviteyi oldukça net bir biçimde ortaya koyuyor. Film, bu grafik ve animasyonlarla oldukça zengin bir anlatım biçimine sahip. Konulara bir de çocukların gözünden bakabilmek için size oldukça yardımcı oluyor. Hele bu çocuk anlaşılması güç bir soruna sahip ise yönetmenin bu çabası takdire değer bir hal alıyor.

Filmin detaylarına girip, konuyu uzatmak, esere abartılı bir anlam yüklemek gereksiz olur. Fakat film piyasasında ifsat edici, rahatsız edici ve başıboş konulara yer veren oldukça fazla yapıtın olduğu düşünüldüğünde, bu tür filmlerin sinema meraklıları tarafından izlenmeye değer görülmesi gerektiğini hatırlatmakta fayda var.

Temple Grandin :Otizmli Bir kadının hayat hikayesi

tem

Temple Grandin, otistik kişiliği olan Amerikalı veteriner bir kadın. İki buçuk yaşında iken annesinin, ters giden bir şeyler olduğunu, anladığını yazıyor. Kendine dokundurtmazmış. Konuşmuyormuş ve sese karşı aşırı duyarlıymış. Göz teması yokmuş ayrıca kokulara karşı aşırı ilgi gösteriyormuş.

Grandin de pek çok otizmli çocuk gibi bu konuyla ilgili ilk muayenesini kulak-burun-boğaz doktorunda olmuş ve muayene normal sonuç vermiş. O zaman doktorlar otizmli çocukları bakım yurtlarına gönderirken onun doktoru konuşma terapisi önermiş. Annesi, Grandin’i normal çocukların gittiği bir yuvaya göndermiş ki bu yuvanın sahibi konuşma terapistiymiş. Terapist eğitimci yuvadaki tüm çocuklara her gün bireysel konuşma terapisi uyguluyormuş. Sağlıklı bir eğitim veren bu yuvaya başlamakla Grandin yaşam çizgisinin değiştiğini söylüyor.

Kendi tecrübelerine dayanarak şöyle diyor:“Otizmli çocuklar diğer çocuklarla beraber olmalı ve birlikte eğitim görmeli. Eğitimlerine mümkün olduğunca erken başlanmalı.” Çocuğun otizminin ortaya çıkar çıkmaz normal çocuklarla beraber olmasının gerekçesini normal çocukların model (örnek) alınmasına ihtiyaç olduğu şeklinde açıklıyor.

Grandin çocukluğunda herşeye itiraz edip, bağırdığını anlatıyor. Kendisine söylenenleri anlıyormuş ama insanlar birbirleriyle konuşurlarken onları anlamıyormuş. Kelimelerin bir bir aklında olduğunu ama ağzından bir türlü dökülemediğini yazıyor. Her şeyi bağırarak anlatıyormuş. Şapka takmak istemiyorsa, annesinin ona taktığı şapkayı çıkarıp yere atıyor, tekmeliyor ve basbas bağırıyormuş. Grandin anababalara ve eğitimcilere şöyle sesleniyor: “İyi gözlemci bir öğretmen karşı gelme anlamındaki çığlık ile iletişim kurma çabasıyla çığlık atmayı birbirinden ayıredebilmelidir. Öğrenci bağırırabilir, tükürebilir ve dersi bozabilir ama öğretmen gene de derse devam etmelidir.” Grandin bazen de yetişkinleri sadece ve sadece kızdırmak için çığlıklar attığını itiraf ediyor.

Burada çok önemli bir ipucu buluyoruz. Eğer bağırma iletişim kurma çabasında ise çocuğumuzla iletişim kurma yolunu henüz bulamamışız demektir. Karşı geliyorsa, sakin olup bizim sakinliğimizin çocuğumuza bulaşmasını beklemenin yararlı olacağını anlıyoruz.

Grandin yardımın verileceği tam sınırdan söz ediyor. Ne az, ne fazla. Yuvadaki çalışmalardan verdiği örnekte terapistinin Grandin’in çenesinden tutup, gözlerinin içine baktığını ve bazı sesleri çıkarmasını istediğini anlatıyor. “Terapist sınırı bulmuştu. Sınırı geçerse, çığlıkları basıyordum ama yeteri kadar da zorlanmazsam çıt çıkarmıyordum.”

Otizmli kişilerin ritim bakımından da sorunu olduğunu yazıyor. Grandin kendi kendine ritim yaratabiliyormuş ama diğer insanlarla bir ritim içine giremiyormuş. Örneğin konserlerde alkış tutan insanlarla birlikte onların ritmine uyamıyormuş. Ritim ile konuşma dili GrandinÕin araştırmalarına göre birbiri ile bağlantılı imiş. “Araştırmalar bebeklerin yetişkinlerin konuşmalarına ritim tutarak hareket ettiklerini gösteriyor. Otizmli çocuklar ise bunu yapamıyor.” Grandin kendi tecrübelerine dayanarak bir diyalog sırasında ne zaman konuşmaya gireceğini de bilemediğini söylüyor. “Diyalogdaki ritmi takip edemiyorum ve bu nedenle de insanların konuşmalarını kestiğim söyleniyor. Nerede susmam gerektiğini bilmiyormuşum.”

Grandin, konuşmayan çocuklara yapılan konuşma terapisi sırasında hafifçe sallanmalarının öğrenmelerine yardım edeceğini söylüyor. Ancak bu öğretmen ve anababanın zoruyla değil çocukla oyun halinde olup çocuk istemezse kesmelidir.

Grandin, sese karşı çok duyarlı imiş. Çok gürültülü yerlerde kendi içine dönermiş. Bugün dahi havaalanında telefonla konuşamadığını söylüyor. Arka plandaki sesleri duymadan telefondaki sesi duyması mümkün değilmiş. Otizmli kişilerin kendilerini rahatsız eden seslerden korunmaları gerektiğini söylüyor. “Herhangi bir sesle birlikte bağıran çocuk, aslında bu sesin kendini rahatsız ettiğini söylüyor demektir. Çocuk bu sese dayanmayı hiç bir zaman öğrenemez. Yaş ilerledikçe sinir sisteminin gelişmesiyle daha önce rahatsız olduğu seslere alışması mümkündür.” Yüksek ve aniden olan seslere karşı Grandin hala duyarlı olduğunu söyler. Balon, motor sesi, saç kurutma makinası, tuvaletlerin havalandırması onu hala rahatsız ediyormuş. Rahatsız edici seslere çocukların alıştırılmaya kalkılması yerine, rahatsızlığın nedeni olan sese karşı çocuğun korunmasını öneriyor: “Otizmli çocukları rahatsız eden sesler farklıdır ve öğretmenin çocuk için sorun olan bu sesleri bulup, öğrencisini koruması gerekir. Sinir sistemini sarsan bu sesleri davranış terapisi bile silemez. Gürültülü yerlerde çocuk, kulaklık ve müzik ile korunabilir.”

Grandin’e ceza olarak, sesten korktuğunu bilen dadısının kesekağıdını şişirip patlattığını anlatıyor. İşkence oluyormuş. Istırap verici bir durumun ceza olarak kullanılması çok kötü olduğunu ve yanlışlığını vurguluyor.

Kıyafetlerde sorunu olduğunu anlatıyor. Etek problemmiş, soğukta bacakları ağrıyormuş ve içetek kaşındırıyormuş. Şık kıyafetler yerine oysa günlük rahat kıyafetler giyse sorun çözülecekmiş. Şimdi kıyafet seçerken çok zaman harcıyormuş, üstelik aldığı kıyafetleri giymeye de hemen başlayamıyormuş, kıyafetlerin önce evde bir süre beklemesi gerekiyormuş.

Grandin çocukluğunda istediklerini ya da istemediklerini bağırarak anlatmaya çalıştığı için bu konuda önerileri var: ÔSınıfta çocuklar bağırdığı zaman öğretmenin uyanık olması gerekir. Çocuk dersi sevmiyordur, ders yapmak istemez, bu önemli değil. Bir de sinir sistemini uyaran bir neden olabilir. Öğretmenin bu bağırmayı ayırd edebilip, nedeni bulması gerekir. Sese karşı alıştırılması mümkün olmasa bile çocuğun kıyafetinin verdiği huzursuzluğu varsa bu çözülebilir.Õ Bir çok otizmli çocuğun bazı kumaşlara tahammül edemediği gözleniyor. Kıyafetin bedeninde her hangi bir olumsuzluk yaratması bağırma nedeni olabiliyor. En çok rastlanan nedenlerden biri kazak ve tişörtlerdeki etiketler. Giysilerden bu etiketlerin sökülüp atılması gereksiz bağırmaları ortadan kaldıracaktır. Anababaların, öğretmenlerin böyle küçük sorunlara karşı duyarlı olması gerektir.

Grandin basınç ihtiyacı duyduğu için yastıkları üzerine koyup kardeşini de üzerine oturttuğunu yazıyor. Bu yol Grandin için bir gevşeme yolu olmuş. Kimsenin ona sarılmasını istemezmiş ama sırtının kaşınmasını severmiş. Basınç duygusunun ve masajın gevşettiğini söylüyor. Kumaş veya yumuşak fırçalarla tene yapılan masaj faydalı. KaliforniyaÕda bir öğretmen Lee Neill çocukların sıralarını koyun kürkü ile kaplatmış, çocuk sırasında çalışırken kollarını kürke dayayıp sürterek uyarı alıyor ve gevşiyormuş.

Grandin dar yerlerden hoşlandığını ve kendini emniyette hissettiğini söylüyor. Lee Neill, en zor öğrencinin gardroba girip elbiselerin altında oturunca sakinleştiğini söylüyor. Fıçıların içini halı ile kaplamış ve bunları eğitiminde kullanıyormuş.

Grandin 8 yaşlarında aşırı aktifmiş. Ergenlik yıllarında ise sebepsiz bir şekilde sinirlilik yaşamış. Sanki her an sınava girecekmiş gibi bir duygu ile karşılaştırmak mümkünmüş bu duyguyu. Luna Parkta atlı karıncaya binmek onu bir saat sakinleştiriyormuş. Daha sonra teyzesinin çiftliğinde hayvanları muayene ederken kullanılan basınç aletine girmiş ve orada 45 dakika gevşediğini görünce kendisi böyle bir alet yapmış.

Otizmin görünür ilk belirtilerinden biri bebeğin kendine dokunulmasından hoşlanmadığını göstermesidir. Grandin’e göre dokunulmaya alıştırılma yavaş yavaş olmalıdır. “Sarılma terapisi bazı çocuklarda iyi sonuç verebilirse de çocuk ve anababa için oldukça yorucudur. Powers ve Thorwort daha yumuşak bir davranış terapisi kullanmaktadır. Önce çocuğa hafif bir sarınılmış ve ağlamasının hafiflemesi beklenir. Ağlamayı hafifletince çocuk serbest bırakılır. Yavaş yavaş zaman uzatılarak sarılmaktan sonra salıverme, ödül olarak verilir.”

Çocuğun teninin değdiği kürk ve kumaşlar dokunma duyusunu güçlendirir. Halı içine sarılmak gevşeticidir. Önceleri istemeyebilir ancak zamanla hoşuna gidecektir. Dersten ya da konuşma terapisinden hemen önce yapılan ten uyarıları öğrenmeyi de fazlalaştıracaktır, diyor Grandin.

Öğretmen öğrencisinin tek yanlı ilgisini (saplantı, sabit fikir) kullanılabilmelidir. 4. sınıfta seçim afişleri, arabalara yapıştırılan çıkartmalar ve düğmeler Grandin’in sabit fikriymiş. Yurttaşlık dersinden nefret ediyormuş. Öğretmeninin, Grandin’in sabit fikirlerini kullanma olanağını göremediğini (matematik dersi için seçim sonuçlarını, yurttaşlık dersi için seçim haftalarında gazeteleri ve afişleri okumayı) söylüyor. “Eğer otizmli çocuk elektrik süpürgesini saplantı yapmışsa süpürgenin kullanım kılavuzu, okuma alıştırmalarında kullanılabilir. Kapıları sabit fikir yapan çocuğa da kapı firmalarını reklam broşürleri kullanılabilir. Böyle bir broşür anababa ve öğretmen için son derece sıkıcı olabilir ama çocuğun eğitiminde kullanılabilir. Kapı firmasının eve ya da okula uzaklığı haritada bulunup ölçülerek coğrafya ve matematik dersinde kullanılabilir.”

Grandin, saplantısı sayesinde bugün iyi bir işe sahip olduğunu söylüyor. Büyükbaş hayvancılıkta kullanılan bir alet yaparak bütün dünyaya yaymış. Oysa lisede öğretmenleri bu alete olan sabit fikrini değiştirmeye çalışmışlar. Fen dersleri hocası ona psikoloji okuyup neden bu aletin ona rahatlık verdiğini anlamasını önermesi ile yaşamı yeni bir yön almış. “Eğer benim basınç makinasına karşı saplantım yasaklansa idi, bugün ben bir bakım yurdunda kalıyor olabilirdim!” Grandin anababalara ayrıca saplantıların streotip hareketlerle karıştırılmaması gerektiğini de hatırlatıyor. Elini sallamak, ileri-geri sallanmak sabit fikir değildir. Sabit fikir, saplantı ya da tek yönlü aşırı ilgi çocuğun kendi dışında olan bir şeye takılmasıdır ki bu ilgi ile çocuğun zayıf olduğu diğer bölgeler üzerinde çalışılmalıdır. Grandin’in anababalara ve öğretmenlere verdiği çok önemli bir öğüt var:“Otizmli çocuğun hangi alanda olursa olsun gösterdiği yetenek nadide bir çiçek gibi korunmalıdır!”

Grandin, otizmli kişilerin zorluk çektiği soyut kelimeleri anlamak için şöyle bir yol kullandığını anlatıyor: “Soyut kelimelere somut resimler veriyorum. Örneğin; insan ilişkilerini cam kapılar temsil ediyor. İnsan ilişkileri denince cam kapıları düşünüyorum. Cam kapılar sert itilirse kırılır. Bağlantıyı bu şekilde kuruyorum. Soyut kelimeleri somut düşünce yapabilmek için bazen olayı gerçekleştiriyorum. Cam kapılardan geçiyorum.”

Otizmli kişiler, diğer insanlarla sosyal yaşam amacıyla uyum sağlayamazlar. Ancak, ilginç bir meslekleri olursa sosyal bağlantılar kurabiliyorlar. Grandin’in bütün ilişkileri bu şekilde kurulmuş durumda.“Grafik sanatında sergiler açan otizmli kişi sergilerinde sosyal ilişkiler kuruyor. İnsanlar karşısındaki kişinin değişik bir kişilikte olduğunu düşünse bile yeteneklerini kabul ediyor. Güzel müziğin sahibi ya da herhangi bir başarılı sanatın değişik kişilikteki yaratıcısının acayip davranışları daha kolay kabul ediliyor. Örneğin, ben sosyal yaşamın dışında yaşarken, yetenek yarışmasında yaptığım resimleri gösterince birden insanların benimle çok ilgilendiklerini gördüm.”

Grandin’in önerisi; sabit fikirlerin ileride geçerli bir mesleğe yönlendirilebilecek şekilde geliştirilmesi. Bu konuda anababalara ve öğretmenlere çok büyük görev düşüyor. Bize ilginç gelmeyen ancak çocuğumuz için yaşamın amacı haline gelen saplantıyı nasıl olumlu olarak kullanabilirim? Grandin, işinin (çalışma hayatının) tek yaşamı olduğunu ve başarılı insanların da yaşam tarzlarının, aslında, işleri olduğunu yazıyor.

Yapılan araştırmalarda otizmli çocukların çoğunun ergenlik döneminde gelişim geriliğine uğradığını ancak bir kısmının atılım yaptığını göstermektedir. Grandin bu dönemde gelişim geriliğine uğrayanlardan biri. Ergenlik döneminde panikatak yaşadığını bu yüzden yeniliklerden ve değişikliklerden korktuğunu anlatıyor. Panikatak korkusu yüzünden seyahat etmediğini ve huzursuzluğunu aşırı derecede bedensel etkinlikler, basınç makinası ve sürekli olarak kendini meşgul etme yoluyla (resim yaparak, yazı yazarak) kontrol altına aldığını anlatıyor.

Grandin son söz olarak otizmli kişilerin kaliteli bir yaşam sürebilmesi için anababanın dışında öğretmenlere ve terapistlere çok büyük rol düştüğünü yazıyor. “Anababa iyi bir uyum programı bulmalıdır. Böyle bir program, apaçıklaştırılmış ve düzenlenmiş çevre ile bu işe kendini adamış öğretmen-terapist-psikolog-psikiyatristlerin sundukları zengin bir eğitim ve tedavi metodlarını içerecektir.”

Yorum bırakın